14 Şubat yaklaşıyor ve sevgilisi olanlar, olmayanlar, olanı olduramayanlar romantik film arayışına girdiniz fakat klişelerden bıktınız mı? İşte sizlere sevgilinizle veya yalnız izlenebilecek kalıplardan sıyrılmış 14 film önerisi! 1 - Edward Scissorhand / Makas Eller / 1990 Aslında Tim Burton / Bir Gotik Çocuk yazımda bu film hakkında yazmıştım. Tüm naifliği ve duygusallığının yanında gotizm, korku ve komediden birer tutam harmanlayan ve gönlümüzü şenlendiren, kar tanesi kadar masum bir masal. 2 - Eternal Sunshine of the Spotless Mind / Sil Baştan / 2004 Şimdi diyebilirsiniz ki biz romantik film denince salya sümük ağlayacağız, bir Kerem ile Aslı bir Leyla ile Mecnun aşkı izleyeceğiz sandık. Sevgili arkadaşlarım bu öyle bir film ki romantizmin kalıplarına tenezzül etmeden en derin duyguları yaşatıyor. İlişkilere hem gerçekçi hem de olağanüstü bir bakış. Jim Carrey ve Kate Winslet' ın ters köşe rolleri de cabası. 3 - The Heiress / Miras / 194
Dr Jekyll; yakışıklı, idealleri olan, insanlara yardım etmeyi ilke edinmiş; erdemli bir adamdır. Tek sıkıntısı; babasının isteğiyle nişanlısını bir süreliğine beklemek zorunda kalmasıdır. Fakat o ne kadar zor olsa da bekleyecektir. O insanın güzel yanıdır. Adeta ideal bir insan! Fredric March bu rol için biçilmiş kaftandır zerafeti ve yakışıklılığıyla. İdealist, insan ruhunun gizemini çözmeye çalışan, bilinmeyeni kurcalayan bilim adamı... Mr Hyde ise çirkin, kaba, kötülükten zevk alan, korkutucu bir adamdır. Sevdiği kadını elinde tutmak için şiddete başvurmaktan çekinmez. Bu durum kadın için işkence olsa da onun için farketmez. O insanın çirkin yanıdır. Herkesin saklamak, yok etmek isteyeceği yönü. Bu iki yön/iki adamın aynı insanın bünyesinde olduğuna inanmak ne kadar da zor. Fakat bunu kanıtlarcasına Fredric March mimik, duruş, bakış dahil tüm fiziksel durumları öyle inanılmaz bir değişimle oynar ki hikayeyle bütünleşir. Sonuçta bu değişime gözlerimizle şahit olmuşuzdur bu
Karanlık, kasvetli ve üzerinde alevler yükselen şehri fondaki ney sesiyle bir karganın gözüyle görürüz ve kız çocuğunun sesi şöyle der; "Bir zamanlar, insanlar birisi öldüğünde ruhunu bir karganın ölümün ülkesine taşıdığına inanırlardı. Ama bazen,çok kötü bir şey olduğunda büyük bir keder de taşınırdı ve ruh rahat edemezdi. O zaman bazen, sadece bazen karga yanlış şeyleri düzeltmek için ruhu geri getirebilirdi..." The Crow böyle etkileyici bir sahneyle başlar izledikten sonra uzun süre etkisini hisettirir insana. The crow da gerçekle sanalı ayırt etmek zor. Eric Draven in nerde başlayıp Brandon Lee nin nerde bittiğini ayırt edemiyorsunuz. Lee; Draven ın kendisi olup onunla yaşıyor, soluk alıyor, karganın geri getirdiği kederli ruhla, sapkın ve adaletsiz şehirde yanlış gidenleri düzeltmek için; adalet için geri dönüyor; Eric Draven la yaşıyor ve ölüyor... Kaderin bir oyunu mu bilinmez ancak kendisi de Eric Draven gibi nişanlısıyla evlilik hazırlıkları yaparken vuruluyor,
Yorumlar
Yorum Gönder