"Bir insanın hapisten çıktıktan sonra karşılaştığı zorluklar anlatılıyor ve insanlığın yoksulluğu, sefilliğine değiniliyor" İnternet ortamından alınmış bir Sefiller romanı ana fikri yorumunu okudunuz. Elinizde kapağında "SEFİLLER" yazan bir cilt var, tamam. İçerisinde birçok sayfa ve sayfaların üzeri de yüzlerce kelimeden oluşmuş, çok güzel; bu onu bir kitap yapmaya çok yaklaştırdı:) Peki onu bir klasik yapan neydi, bunca yıla rağmen insanı bu kadar çarpacak ne var bu kelimelerde? Yukarıdaki birkaç cümle bunu açıklayamaz elbette les misérables 1935 , yanından bile geçemez hatta. Victor Hugo öyle bir hikaye anlatmıştır ki hak, adalet, sistem, insan, suç, erdem, ceza ve nicesi... Herkesin alacağı dersin farklı olduğu bir öykü.. Bu sebeple o kadar sağlam bir zeminde ki bu filmin kökü, zaten izlemeden önce elinizde bir garanti var. Ancak bu kadar değil elbette. Işık ve görüntü yönetiminin kusursuzluğu bize Gregg Toland üstadı işaret ediyor, başrollerde Fred...
Dr Jekyll; yakışıklı, idealleri olan, insanlara yardım etmeyi ilke edinmiş; erdemli bir adamdır. Tek sıkıntısı; babasının isteğiyle nişanlısını bir süreliğine beklemek zorunda kalmasıdır. Fakat o ne kadar zor olsa da bekleyecektir. O insanın güzel yanıdır. Adeta ideal bir insan! Fredric March bu rol için biçilmiş kaftandır zerafeti ve yakışıklılığıyla. İdealist, insan ruhunun gizemini çözmeye çalışan, bilinmeyeni kurcalayan bilim adamı... Mr Hyde ise çirkin, kaba, kötülükten zevk alan, korkutucu bir adamdır. Sevdiği kadını elinde tutmak için şiddete başvurmaktan çekinmez. Bu durum kadın için işkence olsa da onun için farketmez. O insanın çirkin yanıdır. Herkesin saklamak, yok etmek isteyeceği yönü. Bu iki yön/iki adamın aynı insanın bünyesinde olduğuna inanmak ne kadar da zor. Fakat bunu kanıtlarcasına Fredric March mimik, duruş, bakış dahil tüm fiziksel durumları öyle inanılmaz bir değişimle oynar ki hikayeyle bütünleşir. Sonuçta bu değişime gözlerimizle şahit olmuşuzdu...
Bu film 50' lerde değil de sonsuz zaman kuşağında yapılmış bence. Hiç eskimiyor, tozlanmıyor; hep ışıl ışıl. En sıkıntılı anımızda bile olsak, izledikten sonra yüzümüze sıcak bir tebessüm konduran , neşe dolu , bize gülümsemeyi hatırlatan bir film. Diyorum ya bu dünyadan olamaz... Sanki sonsuz bir mutluluktan bir tutam alınmış da sahnelerin içine serpiştirilmiş; Gene Kelly dans ederken yağmur olup yağmış ya da :) Eğer içinizin sıkıldığını hissediyorsanız, açın bu filmi, sıcaklığı, sempatikliği, neşesi; dansları ve şarkılarıyla sizi alsın ve rengarenk mutluluk diyarına götürsün.. Enerjisi bu kadar yüksek. Bunda oyuncuların samimi performansları, 50' li yılların kendine has büyüsü, müzikallarin eşsiz tadı ve sanat yönetimindeki titiz çalışma büyük pay sahibi. Akıllardan kazınmayan ve filme ismini veren yağmurda dans sahnesi de cabası tabii. İzlemezsen olmaz dediğim, sinema dendiğinde akla gelen ilk görüntülerden biri!
Yorumlar
Yorum Gönder